Her Türk vatandaşı kimi taraflarca yapılan önceki birçok uyarıya rağmen finansal köleleşme ve kredi kartı kırbacının mağduru oldu. Dayanılmaz bir borcun altına girdi. Bu katastrofik başarısızlık önümüzdeki on yıla etkisi olacak acımasız bir gerçek.
Birçoğumuz başarısızlığı tek bir partinin üzerine atma ve başkalarını hedef gösterme peşindeyiz. Ancak, can acıtıcı gerçek şudur ki hepimiz bu olaydan sorumluyuz. Dünya’daki tüm kaynaklara, bilgiye ve erişime sahip olmamıza rağmen Türk halkını Finansal açıdan bilgilendiremeyip, finansal bilinç oluşturamadık. Finansal kuruluşlarımızdaki ekstra çaba sarf eden, sivil toplum örgütünde gönüllü olarak çalışan birçok arkadaşa rağmen halkın boyutundan büyük borçlanmasının önüne geçemedik.
Problem, herhangi bir politik tarafın ya da finansal kurumun ötesinde bir derinlikte.
Bugün acilen ihtiyacımız olan fakat sahip olmadığımız araçlar var. Yeterli finansal danışmana sahip değiliz, kredi yapılandıracak yeterli finansal güçte kuruluşumuz bulunmamakta. İç pazardan toparladığımız para ile döndürebileceğimiz bir ekonomiye sahip değiliz. 2020 yılında, 100. yılımıza bu kadar da az kalmışken özgürleşemeyen bir toplum olarak yaşıyoruz.
Halkın borcunu kapatabilecek bir acil durum fonuna sahip değiliz. Milyonlarca borç batağındaki işçi ve aile, 8-5, 9-6 yıllardır çalışan ama hala ev kredisini kapatamamış onbinlerce beyaz yaka, herhangi bir gelir akışı ve birikimi olmayan milyonlarca işsiz şu anda çok ciddi bir sorun ile karşı karşıya. Borçlanmak dışında hiçbir mantalite öğretilmemiş yüz binlerce insan şu anda ekonomimizin bel kemiği durumunda.
Hayatı bu kişiler için acımasızlaştırmanın ötesinde borçlanmak bu kişilere ne gibi bir fayda sağlamakta? Ünlü milyarder Naval Ravikant’ın da dediği gibi:
“Kısa vadeli sorunlara bulunan kalıcı çözümler, kalıcı sorunlar oluşturur.”
Peki tüm bu sorunların çözümlerini yaklaşık yüzyılda Türk Halkı neden oluşturamadı? Yapamadığımız şeylere baktığımızda, özellikle tabandan yayılan bir finansal okur yazarlık bilgisi aşılayabilmek, toplumun orta ve alt kesimine para kazanma ve yönetme bilgisini verebilmek ve parayı ekonomiye dahil etmenin verdiği kolektif zenginliği anlatamadık. Gelir eşitsizliğinin temel problemlerinden birini çözemedik. Hep geride kalanların problemlerini erteleme yolları bulduk.
Bunları anlatmanın katacağı toplumsal mutluluk seviye artışını ve zenginliğini ölçemedik. Bu araçları inşaa etmeyi “tercih” etmedik.
Bugün hala birçoğumuz, bir emtia olan yastık altına attığımız altın yatırımı ile övünmekte, kolektif olarak ülke ekonomisinden çıkardığımız milyarları her ay haberlerde duymaktayız.
Üniversite eğitimine konmayan finansal özgürlük eğitimini toplum olarak da sağlayamıyoruz. Yetişkin bireylerin evliliğinde bile onlara ebeveynleri olarak “kıyak” yapıyor, arabalarını altlarına verip evlerini alıyoruz. 30’lu yaşlarında kendini geçindiremeyen karakterler yaratıyoruz.
Bu halkın çocuklarına emekle sahip olmanın verdiği tatmini yaşatamadan, hayatın en önemli fonksiyonlarını kolaylıkla sağlıyoruz. Mantalitemiz de hep ben yaşadım o bu zorlukları yaşamasın oluyor. Ancak finansal bilinci oturmayan bir kişi kendi özgürlüğünü teslim ettiği araçları yalnız başına fark etmiyor, yıllarını heba ediyor.
Toplumumuzda “sorunları ertelemek, üzerine konuşmamak” bir norm olmuş durumda. Sorunların konuşulmaması onların daha geniş kitlelere yayılmasına neden oluyor. Kaç genci daha modern kölelik pençesine savurmayı planlıyoruz?
Biz Türk’ler kafasına koyduğunda inanılmaz işler başaran insanlarız. Bunu yüzyıllardır kanıtlıyoruz. İstanbul’un fethinde, kaybedilmiş bir dünya savaşında, büyük rus tehdidinde kanıtladık, kanıtlayacağız. Çözüm, toplumumuzun yönünü doğru belirlemede. Çözüm sorunlarımızı açık açık konuşabilmekte. Toplumumuzun üretebilme yeteneğini her gün etrafınızdaki inşaat şantiyelerinden görebilirsiniz. Toplumumuzun şanlı 100 yılında İstanbul’da sahip olduğumuz zenginliği anadolunun bağrındaki birçok şehre yayabilmeliydik. Kerpiç evlerden, gecekondu mahallelerinden öteye geçebilmeliydik. Peki bu 100 yıllık emeğimizin sonuçları nerede?
Emeğimizin sonuçları İsviçre’de, Norveç’te, Suudi Arabistan’da, Amerika’da. Toplum olarak sürekli yanlış araçlara yöneldik. Yanlış dönemde yanlış ürünler ürettik. En sonunda zenginliğimizi yabancı toplumların gelişmelerine ve pazarladıkları araçlara akıttık. Şimdi de bu zenginlik transferine finans piyasasıyla devam ediyoruz.
Artık tüketim ve borçlanmanın sınırlarına gelmiş bir toplumdan “Üreten” bir topluma geçmeliyiz. Teknoloji bize geride kaldığımız 50 yılı toparlama şansı sağlıyor. Artık, içi boş gökdelenler üreten toplumdan değer katan ürünler üreten topluma geçmeliyiz. Artık araba almak için, kıyafet almak için kredi çeken toplumdan iş kurmak için kredi çeken topluma geçmeliyiz. Toplumda dönüşümü tabandan, en dipten başlatmalıyız. En dipte, finansal özgürlüğe duyulan bir açlık yaratmalıyız.
Finansal Okuryazar olmayan milyonlarca kişiden, yatırım yapmayı öğrenen, kendi muhasebesini yapabilen insanlar ortaya çıkarmalıyız. Bunu finansı, teknolojiyi ucundan kıyısından bilen insanlarla topluca yapmalıyız.
Yazımı, asıl problemi anlatarak bitirmek istiyorum. Asıl problem Arzu Etmek. İhtiyacımız olan bu çözümleri arzulamalıyız. Bir toplum olarak artık kazanmayı istemeliyiz. Mağdur edebiyatını ve kaybetmişlik sendromunu bırakarak Muasır Medeniyetler seviyesinin üstünü arzulamalıyız.
İhtiyaç duyduğumuz tek şey toplumumuzun kalbinden gelen kudretli bir özgürlük arzusudur.
Özgürlük Arzusu olduğunda, sahip olduğumuz tüm ideolojiler bu “Üretme Arzusuna” katkı yapabilir. Tüm bozulmuş sistemlerde bile her zaman seçkin insanlar vardır. Bizim yapmamız gereken, bu kişilere finansal özgürlüklerini sağlayabilmek ve onlara üretebilme şansı tanıyabilmektir.
Bu ülkeyi ve atalarımızı onurlandırmanın tek bir yolu vardır, o da toplumu üretken hale getirip finansal olarak özgürleştirmektir.